13 Nisan 2017 Perşembe

Yeni

Yepyeni kırmızı pabuçlarım var benim, ruhum gibi kırmızı... Heyecanlı, tutkulu, kıvrak... Dans etmeyi seviyor ruhum, pabuçlarım da tam buna uygun... Kırmızı, hayat dolu, canlı, hareketli...

Yok, öyle hanım hanımcık oturup duramam ben... Kıpır kıpır içim... Kırmızı pabuçlarımı giyer atarım kendimi sokağa... Kah bir sincap ile çıkarım ağacın tepesine, kah bir köpekle yarış yaparım sokakta... Ama en çok kuşlarla cıvıldaşırım... Gülüşürüm kedilerle...

Bilir annem, giydirmez bana o beyaz dantelli pembe elbiseleri, çamur içinde dönerim eve... Yine de pabuçlarımı giyer kaçarım evden... Kırmızı benim ruhumda çünkü, ayakkabılarım da yeni... Yepyeni... Kıpkırmızı...

Kızacaksa annem bana döndüğümde, onun da ruhu kırmızı...

12 Nisan 2017 Çarşamba

Saat

Saatim yok, tam olarak bilemem, ama belki de akşam olmuştur... Uzunca bir süre olmuş gibi geliyor bana... Belki de 10 dakika bile olmadı... Zaman kavramımı kaybedeli çok oluyor... Böyle ellerim kucağımda oturuyorum işte bir süredir. Arada uyuyakaldım sanırım biraz da... Pencereler sıkıca örtülü her zaman, güneş dokunuyor çünkü bana... Hasta ediyor beni... İçimden oyunlar uyduruyorum bazen, kafamın içinde resimler çiziyorum mesela... Mor bir kuş çizdim ilk önce, ağzında kocaman bir ağaç vardı, upuzun dalları olan bembeyaz bir ağaç, ağacın üstünde evler vardı minik minik, her biri başka bir renk, perdeleri kapalıydı onların da, kırmızı, yeşil, mavi, rengarenk çiçek çiçek perdeler... Perdelerdeki çiçeklerde arılar vardı, pembe arılar, bal için öz topluyorlardı çiçeklerden, kovanlarına gidip geliyorlardı...Kovanları bir mağaranın içindeydi, buzulların orada... Kutup ayısı şaşkın bakıyordu arıların uçuşlarına... Elinde bir sepet vardı, sepetin içinde de bir kız çocuğu, oturmuş kitap okumaya çalışıyordu, sepet sallandıkça satırları karıştırıyordu ve o nedenle başka başka öyküler çıkıyordu her okumasında kitaptan...

İşte böylece geçti saatler, ama kaç saat oldu annem gideli, bilmiyorum... Belki de gelir birazdan...

11 Nisan 2017 Salı

Veda etmek

Görsel: iizmu.deviantart.com
Hiç kimse bir aşkı 
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında
Bitirilmişse eğer

demiş Ahmet Telli şiirinde... Bir veda şiiri... Bu bahar aylarında vedaları çok düşünüyorum. Sanırım biz veda etmeyi bilmiyoruz... Güzel veda etmeyi...

Başlamayı biliyoruz, beklemeyi, sabretmeyi belki, adım adım hedefe gitmeyi, ama veda etmeyi bilmiyoruz...

Düğün dernek evleniyoruz mesela, çocuğumuzu en "iyi" okula başlatıyoruz, yeni işlerimize başlıyoruz çiçek çiçek... Ama veda etmeyi bilmiyoruz işte çoğumuz...

Boşanırken kavga gürültü, kiminde aldatma, kiminde mal davaları...

Okul biterken son günlerde okula uğramaz bile pek çok öğrenci, karneleri zar zor aileleri uğrayıp alır sonunda...

İşyerinde ayrılırken bir gıybet, bir veryansın...

Başladığımız keyifle bitirmeyi bilmiyoruz...

Bunun iki sebebi olabilir diye düşünüyorum, ya zamanında bitiremiyoruz, gereksiz yere onarıp duruyor, yamalıyor, o çatlaklara bakarak bileniyoruz; ya da kıymet bilmiyoruz, güzel günlerimizi sevgiyle anıp mutlu anlara gülümseyerek elimizi sallayamıyoruz geride bıraktıklarımıza...

Güzel veda etmeyi bilmiyoruz... Ne bıraktığımıza değerli hissettiriyoruz kendisini, ne giderken biz ağırlığımızı, hoş sadamızı bırakabiliyoruz ardımızda...

Oysa yıllar sonra geçmişin baştan çıkarıcılığı ile baktığımızda anlayacağız belki de ne kadar mutluymuşuz o sırada...

Yaşlanmalar yok artık hayatımızda, ölümler hastane odalarına taşındı... Sabrımız yok ki yaşamaya, veda etmeye vaktimiz olsun...

10 Nisan 2017 Pazartesi

Kabuk

"Kabuklarını iyice ayıkla ama", dedi annem... "Unutma, yumurtanın incecik bir zarı vardır, ağzına geldiğinde o kadar serttir ki, dişin kesmez..." Şu küçücük yumurta bile öyle dirençliydi işte... Soyması zordu... Haşladıktan sonra bile, o kaynar suyun içinde dakikalarca haşladıktan sonra bile öyle kolayca teslim olmuyordu, dağılmıyordu...

Benim kabuklarım da öyle mi acaba? Soydukça altından daha ince, ama daha dayanıklı bir katman çıkıyor? Hayatın içinde bu kadar haşlanmama rağmen, henüz kokusunu duyamadım kahvenin... Kahve dedim, evet... Suyun içinde kaynadıkça kokusunu veren kahve var ya... Ondan olmak istiyor herkes... Benim kokum çıkmıyor, bilemiyorum bu kötü bir şey mi?

Başkaları keyfimi süremiyor demek ki... Kabuklarım batıyor mu ellerine? Ağızlarında sert sert bir hüzün bakiye mi kalıyor? Yine de seviyorlar mı bu tadı? Dikenlikte biten bir tek gül misali, değiyor mu çektiklerine ellerine geçen...

Bi deyiversinler hele...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...