29 Mayıs 2017 Pazartesi

Gürültü

Çok fazla bana bu gürültü, kaldıramıyorum... Her dakika başka bir ses... Kulaklarımı tırmalıyor tüm o sesler, yoruyor beni... Kafamın içinde yankılanıyor, çığlık çığlık... Kuşlar, kuşların çığlıkları ön planda... Çeşit çeşit... Kimi tiz, kimi pes perdeden... Susmuyorlar...

Leş bulmuş avını didikleyen kargalar, sanki kendileri yetmezmiş gibi, bir de arkadaşlarını çağırıyorlar... Martılar hızla pike yapıyor üstlerine... Bir kavga, bir kıyamet...

Hele koku, o koku en dayanılmaz olan... Çürümenin kokusu... İnsan alışır sanıyor, zamanla duymaz olur sanıyor, ama ne mümkün... Unutturmuyor kendini, ağır leş havası... Görmesem de biliyorum oradalar... Tek başıma ne kadarını gömebilirim ki... Bunca ceset, yığın yığın... Gözlerimi oyduğumda, unuturum sanmıştım oysa, burnumdan, kulaklarımdan atamıyorum ki, kafamdan atayım...

Bir ben, burada, ölümümü bekliyorum...

- Last man on earth -

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Bırak

Bırak, bırak... Bütün yüklerini şöyle bırak köşeye... Maskelerini de çıkart, sıyır üstünden bir bir... Ünvanlarını da koy yanına... Rollerin var bir de, onlar da girmesin kapıdan içeri...

Beni dinle bak rahat edeceksin, bir bir bırak söylediklerimi, sokma bu kapıdan içeri...

Kırgınlıklarını, küskünlüklerini bırak...

Keşkelerini, dünlerini bırak...

Bak bu dediğim en zoru gelecek... Umutlarını, beklentilerini, yarınlarını da bırak... Erteleme hiçbir şeyi, bugün yapabildiklerini bugün yap... Zamanın ne getireceğini bilemezsin çünkü...

Sımsıkı tuttukların neler? Neye sarılmışsın en çok? Öfken mi? Kaygın mı? Sevgin mi? Onu da bırak... Korktun mu bırakmaktan... Korkularını da bırak...

Çırılçıplak girmeni istiyorum bu kapıdan içeri... Başka türlüsü mümkün değil zaten... Ölüm kapısı bu, çok dar...

5 Mayıs 2017 Cuma

Evlat yetiştirmek

Sosyal medyada zaman zaman gündeme geliyor, "bir kızı olmalı insanın..." ya da "bir oğlu olmalı insanın..." diye başlayan, insanların zihinlerinden geçeni, akıl süzgecinden geçirmeden, kalp gözüne indirmeden yazdıkları yazılar...

Okudum, düşündüm, ben nasıl istiyorum acaba dedim, bakalım yüreğimden ne dökülecek, bırakıyorum...
------

Bir evlat yetiştirmeli insan... Kendi ayaklarının üstünde durabilen... Kendi parasını kazanabilmenin değerini, kazandığı parayı harcamanın keyfini anlayabilen... Emeğe saygı duyan, hakkını arayabilen...

Bir evlat yetiştirmeli insan... Saygı, terbiye kelimelerini unutmadan kendini ezdirmeyen, tepkisini kaybetme korkusu duymadan söyleyebilen... Her tartışmanın, her anlaşmazlığın ayrılık anlamına gelmediğini bilen...

Bir evlat yetiştirmeli insan... Ev işlerinden korkmayan, hayatı sürdürmek için gerekenlere cinsiyet ayrımı koymayan... Yardım etmek kadar yardım istemeyi de bilen... Başkalarının yaptıklarını, davranışlarını değil kendi hayatını sahiplenen...

Bir evlat yetiştirmeli insan... Sıkılmayı da kendini eğlemeyi de bilen... Çalışmak kadar dinlenmeye de önem veren... Ne görev adamı - ne keyf ehli, illa gerekiyorsa ikisinin dengesini kurabilen...

Bir evlat yetiştirmeli insan... "Bana ne" diyeceği zaman ile "sana ne" diyeceği zamanı karıştırmayan... Duygularını bilen,dinleyen, yüreği ile bağını kopartmamış... Düşünmeyi, sorgulamayı, yeniden değerlendirmeyi bilen. Gerektiğinde dediğinden geri adım atmayan, gerektiğinde ikna olmayı bilen...

Bir evlat yetiştirmeli insan... Sevmeyi, sevilmeyi, incinmeyi bilen, hata yapmaktan çekinmeyen, ama hatalarını değerlendirebilen...

Özetle dengeyi öğretmeli insan evladına, durumsallığı, hayatta hiçbir şeyin garanti olmadığını, yine de güvenmeden yaşanamayacağını... Bağımlı değil, bağlı olmanın değerini...

Hızır

Hızır gibi yetişmesini beklerdim, oysa o arkasını dönüp gitmeyi tercih etti... Bütün o mimozaları, gülleri, baharın heyecanını, yazın meyvelerini paylaşmıştık oysa... O benim can yoldaşımdı, öyle sanıyordum... Birlikte bir ömrü yaşayacak, zor yolları el ele aşacaktık...

Ne büyük bir yanılgı, işler yolundayken sevdiği kadar sevildiğini sanıyor insan... Birlikte yürüdüğü kadar daha yol var önünde sanıyor...

Hızır gibi yetişmesini bekliyordum... Onun tek söylediği "kendine iyi bak" oldu oysa... Candan Erçetin söylemişti zamanında "kendime bakarım elbet, sen hiç korkma..." (Saçma - Söz: Mete Özgencil)

Bana senin bakmanı isterdim ben... Boynumdaki kolye, elimdeki leylak olmanı... Erguvanların altında yaşadığımız aşkı, kasımpatılarla taçlandırmanı...

Ne çok hayallere kapılıyor insan... Hayatı aşktan ibaret, aşkı hoş jestlerden ibaret sanıyor... Tomurcukları çiçeğe dönünce sonbaharı unutuyor...

"Gençlik işte" deyip geçemeyeceğim... Ben her bahar biraz genç, ben her bahar biraz deli... Hızır belki başka baharda gelir...


4 Mayıs 2017 Perşembe

Kadeh

Nişantaşı'nda bir apartman, daracık bir girişten antika bir asansörle çıkılan 4. katta... Hani kapı açıldığında köhnelik çarpan evlerden biri... yaşlanmış, içinde yaşayanlarla ve tüm eşyalarıyla birlikte yaşlanmış bir ev... En son ne zaman yeni bir eşya girmiş içine, o bile unutulmuş... O kadar yaşanmamış ki yakın zamanda, danteller kolalanmış haliyle kaskatı duruyor, bir kısmı da tozdan sertleşmiş oysa... Kola mı kaldı artık, cancazım... Eskidenmiş o sakız gibi yıkanmış örtülerin kolalanıp gerdirerek serildiği zamanlar...

Yaşlı, ama sanki hiç yaşanmamış gibi dedim, dedim ama, o büfe ayrı...  Cam büfenin yanına yaklaştınız mı bambaşka bir hayat görüyorsunuz içinde... İncecik kristalden yanar döner renkli likör kadehleri, eskiden belki siyah-beyaz olan ama artık sarı-kahve genç kız fotoğrafları, gülen yüzler, dans eden bedenler... Başlı başına kendi hayatı var o büfenin resmen... Odadaki yıkanmamış ince belli çay bardaklarına inat, ince Çin porselenleri, bir zamanlar özenle parlatılmış ama artık leke leke çatal-bıçak seti, kristal kadehleri ile bambaşka bir zamana işaret eden bir hayat...

İşte geldik gidiyoruz...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...