26 Ağustos 2017 Cumartesi

AN'da

Çok mu gürültülü sence dışarısı... İçindeki sesi dinle... Belki de içinde duyulmak için çığlıklar atan biri vardır? Çok mu telaşlı etrafındaki insanlar? Kim bilir sen nelere telaş ediyorsun içinde?

"Doğaya dönüş" diyorsun, doğaya dönmek için dışarı çıkmaya gerek yok ki, sen zaten doğanın bir parçasısın... Dışarısı sadece sana seni hatırlatmak için var...

Benim bir ağacım var, taa Kara Orman'da... Millerce uzakta benden... Bir defa sarılmıştık, bir OL'mak niyetiyle sarılmıştık birbirimize, VAROLUŞ'umuzu paylaşmıştık bir AN... O andan itibaren ağacım hep benimle... Çünkü BİR olduğumuzu hissettik biz, bağımızı fark ettik. Artık o hep benimle, ne zaman fark edersem benimle, gözümü kapattığım, yüreğimi açtığım ANda benimle...

Çünkü hayat bir AN ve o da bu AN...

25 Ağustos 2017 Cuma

Pencere

"Yeter ki gün eksilmesin penceremden" der, Necati Cumalı... "Pencere, en iyisi pencere..." der Orhan Veli... Bir ev imgesi varsa aklınızda, bir yuva imgesi yüreğinizde, mutlaka bir pencere imgesi de vardır içinde...

Bir evi yuva yapan nedir? Perdeler mesela, mutlaka perdeleri vardır yüreğimdeki ev imgesinin, şirin çiçekli perdeler ya da renkli, çizgili olanlar... Bir soba, bir ateş mutlaka vardır o evin içinde, sıcak olmalı, aydınlık olmalı yuva...

Bir koltuk, bir pencere... İkisi bir aradaysa üçüncüsü mutlaka kitaptır... Bir arada düşünmeye ne kadar şartlanmışız nesneleri... Ev-pencere; yuva-soba; kitap-kahve...

Oysa bazen bir sıvalı duvar, bir eski koltuk, yüreğime açılan pencere...

24 Ağustos 2017 Perşembe

Kapı

"Bu renk var ya, kalbimin incecik bir teline dokunuyor", dedim fotoğrafı görür görmez... Eflatun bir deniz ile sarmalanmış eski bir taş bina, kadim bilgilere açılan bir kapı sanırım karşımda duran...

Gözlerimi kapadım, tam karşısına geçtim kapının... Biliyorum, bir tokmağı, bir kulbu yok zaten... Yüreğimin telini titreterek açmam gerek kapıyı, yoksa eflatun olmazdı çiçekler...

Derin bir nefes aldım, tuttum, verdim... Dinledim, birinci adım, dinledim, yaprakların hışırtısını, eflatunun içindeki yaşamı duydum, kertenkeleleri, serçeleri, minicik böcekleri, sincapları, bir ağaçkakan vardı sanki yakında, tık-tıklarını duydum...

Derin bir nefes aldım, tuttum, verdim... Kokladım, ikinci adım, kokladım baharın tazeliğini, toprağın nemini, gövdenin odunsu kokusunu, yaprakların miskini kokladım... Sanki bir de tilki ziyaret etmiş yakın zamanda, kürkünün kokusu geldi burnuma...

Derin bir nefes aldım, tuttum, verdim... Tenimde hissettim üçüncü adım, rüzgarın nefesini saçlarımı tarayan, taşların sertliğini, derzlerin gözeneklerini, yılların yıpranmışlığını kapının üstünde, tahtanın oymalarını...

Derin bir nefes aldım, tuttum, verdim... Tadına baktım dördüncü adım, yaprakların tuttuğu sabah çiğinin, rüzgarın taşıdığı deniz tuzunun, hatta kapının üzerindeki reçinenin tadına baktım, ellerimin, dudaklarımın...

Derin bir nefes aldım, tuttum, verdim... Beşinci adımı atladım, görmeme gerek kalmamıştı çünkü... Biliyordum artık... Ben KAPI oldum...

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Tebessüm

Kapına leylaklar bıraktım bugün, dedim ki, belki sabah uyurken burnuna bir koku çarpar, rüyanın bir parçası olur o koku, gülümsersin uykunda, belki beni hatırlatır sana, giriveririm rüyana belli mi olur...

Sanki mutluymuşuz gibi hatırlarsın beni, dudağındaki tebessümden anlar pencerenden süzülen meltem, haber verir bana...

Göremiyorum seni, uzaktan bile bakmamı istemediğini biliyorum... Gördüğün deniz ile, aldığın nefes ile yetiniyorum... Senin kokladığın leylak benim nefesime işliyor...

Yalnız ölmek istediğini biliyorum, o nedenle bir kedi bile almadın yanına, kendi çileni bir tek kendinle çekiyorsun. Saygı duyuyorum, yine de her sabah o mis kokulu çiçekleri bırakıyorum kapına... Dudağında benden bir tebessüm ile veda et istiyorum hayata...

22 Ağustos 2017 Salı

Kafamda

Ev dağ başında, eski, belki 19. yüzyıldan kalma, taş bir bina... Adı bile var, evin adı. Günümüzde bazen ölen çocukların adı olmuyor, o evin adı var, düşünün...

İçinde eşyalar, eski ve tozlu, ama asla yaşlı değil... Kitaplar, her yerde, bir kütüphanesi yok evin, yerlerde yığın yığın kitaplar... Belli ki birisi yaşamış burada, okumuş, aramış, planlar yapmış... Kitapların yıpranmasından değil, bilgilerin yıpranmasından çekinmiş daha çok... Kütüphaneler okuyacağına, ben okuyayım demiş... Öyküler, öyküler yaşamış, birinden diğerine atlamış... Belli ki kafası karışık biriymiş... Hani bir şey anlatmaya başlar, sonra durur, "bak göstereyim" der, bir kitap yığınına yürür, birini alır, karıştırır, bırakır bir yana, alttakine bakar, başka bir yığına yürür sonra... Eğilir, en alttan bir kitap çeker, okumaya başlar, okurken kendini unutur bir kere, sizi de unutmuş çok mu?

"Bir şey anlatıyordunuz" demeye çekinir insan, çekinir düpedüz, varlığının artık kalabalık olduğunu anlar... Başka bir dünyaya gitmiştir çoktan adam, o kitabı yaşıyordur şu anda... Size düşen usulca çıkıp kapıyı da ardınızdan kapatmak, rahatsız etmeyi aklınızdan bile geçirmezsiniz...

Sonra, sonra bir gün ölüverir adam... ardında bir tek tanık bırakmadan o kafanın içindekilerden...

17 Ağustos 2017 Perşembe

Tas

"Aynı hamam, aynı tas" diye bir laf vardır ya, çok üzer beni her duyduğumda... Her zaman çalışan, emek veren, azmeden insanları gördüğümde söylerim, emeğinin karşılığını almak, alabilmek çok mutluluk verici. Hatta hayattaki tek sahici mutluluk bu olsa gerek... İşte "aynı hamam, aynı tas" da bunun tam tersi... Uğraşırsın, didinirsin, bir yerden bir yere getirirsin, sonra bırakırsın ucunu, bir anlık bırakırsın, başka bir yere kayar dikkatin. Bir an sonra geri dönersin bir bakmışsın ki aynı hamam, aynı tas, bir arpa boyu yol gidememiş meğer, sen taşıma su ile döndürmüşsün değirmeni bir süre...

Pir Sultan Abdal'ın bir türküsü var, bilirsiniz, der ki, "Emek zay' olmadan sızlar mı yürek..." Dinlemek lazım arada türküleri, hikmetini düşünmek lazım...

Cümlenin muradı ise dünyada cennet, yürek vererek, emek vererek, ter dökerek elde ettiklerimizdir bize kalanlar...

Eliniz, yüreğiniz dert görmesin, emekleriniz zayi olmasın, dilerim...


14 Ağustos 2017 Pazartesi

Kim

Görsel: www.ofpof.com
Kim böyle bir şey düşünürdü ki? Aklıma bile gelmezdi... Gayet de mutlu görünüyorlardı oysa buradayken, usulca yanaşmalar, kaçamak bakışmalar... Bir kahkahaları vardı, hani başını şöyle eğersin yana da, elin de dizine çarpar gayr-i ihtiyarî, saçların hafiften savrulur kahkahanın etkisiyle... Sonra bir perçem düşer yanağına, adam bir parmağı ile düzeltir saçını hani, yanağına değmemeye çalışarak, ama aslında değmenin getirdiği o gerilim ile... Bilirsiniz canım o kahkahaları...

Kimsenin aklına gelmemişti buradan ayrılır ayrılmaz ayrı yollara doğru gidecekleri... Hani tamam, belki evlenmeyebilirlerdi, o daha uzun bir süreç, ama yolları sadece kesişmemiş de bir süre paralele gidecekmiş gibiydi...

Yazık, çok yazık olmuş... Şimdi bir ömür boyu o "BELKİ" kalacak akıllarında... Yanağa değemeyen o parmak havada kalacak bir ömür boyu... "Ya değseydi..." diye başlayan tüm o hayallerde...

Yaşanmamış bir aşkın öyküsü bu...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...