17 Aralık 2018 Pazartesi

Ulu

Görsel: Sequoia National Park
Bir ağaç olabilir misiniz?
Ulu
Derin
Kadim
Köklü
Eski
Yoğun
Dalları gökyüzüne uzanmış, güneşe değecek sanki
Kökleri derinlerde, dünyanın merkezine varmış belki
Çevresi kimbilir kaç insan eder?
Hangi hayvanlara yuva olmuş gövdesi?

Orada olsam şimdi, ufacık, ölümlü, kırılgan halimle...

Sarılsam o kadim gövdeye...
Anlatsa,
Dinlesem,
Sevgiyi öğrensem,
Bırakmayı, teslim olmanın bilgeliğini, kök salmanın, yuva olmanın, güven vermenin derinliğini...
Bir ağaç olmanın zorluğunu, bir orman olmanın gücünü... Güvenliği, barınmayı, hayatı...

21 Kasım 2018 Çarşamba

Sonbahar


Görsel: https://cityportal.gr
Kalktım, bir kelebek gibi zarifçe kalktım yatağımdan, penceremde çiçeklenmiş bir ağaç, bir erik ağacı, incecik beyaz çiçekleri ile şenlendirmiş manzarayı, biliyorum, yılın o en kibar mevsimindeyiz, çiçekler, arılar, toprakta bir hareket... Herkesin neşesi yerinde... Bir umut, bir mutluluk, bir çalışma hevesi...

Kalbime bakıyorum sonra, hüzüm, hep bir hüzün... Saçlarım sonbahar yaprakları gibi kızıl... Ellerimde sandık lekesi gibi çillerim... Çok beklemekten olsa gerek... Bekledikçe sararıyor gibi benzim, oysa pembeleşmesi gerekmez miydi bahar dalları gibi? Gencim henüz, gencim, değil mi? Onaltı, taş çatlasa onyedi belki, daha fazla olamam, aynaları odamdan kaldırdıklarından beri...

31 Ekim 2018 Çarşamba

CUP

Nefes alamıyorum, buraya nasıl geldim, hatırlamıyorum... Sesler boğuk, sadece kalbimin atışını duyabiliyorum, oysa biraz önce kuşların cıvıltısını dinliyordum. Ayaklarımın altında çıtırdayan sonbahar yapraklarının melodisine ayak uydurup bir ıslık tutturmuştum kuşlara inat. Cıvıltıların yoğunluğundan akşamın olmasına az kaldığını fark ettim... "Geri dönmeliyim" dedim kendime... Ama işte dudaklarımdaki o türkü yok mu, adım adım ilerlememe neden oluyor... Ayakkabılarımın burnuna diktim gözlerimi, bir adım, bir adım daha, çıtır çıtır kırılan kuru yapraklar.. Sonbaharın turuncu ve kırmızıları... Sarılar daha yumuşak, onlar çıtırdamıyor...

Güneş iyice azaldı şimdi, renkler seçilmiyor, kafamı kaldırdım gökyüzüne... Ağaçlar çok yüksek, tepeleri görünmüyor, sadece gökyüzünün açıklığı... Kuşların sesi de kesildi... İlerlemeye devam etmemem lazım aslında...

Bir adım, bir adım daha...
Sonra...
Sonra CUP

24 Ekim 2018 Çarşamba

Bekleyen

Görsel: Andrey Bobir - Annihilation of Sense 

Biliyor musun? Buradayım ben... Sanırım 6 saat olmuştur ya da 6 gün, emin değilim. Buradayım. Sonra fark ettim, gelmedin, otururken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan, öylece kalakalıyor sadece, bir iskemle yetiyor ne de olsa oturmak için. Dalmışım ben de...

Neden buraya geldiğimi unuttum önce, sonra yavaş yavaş, bir yüz geldi aklıma, gözler, bir perçem siyah saç, bir el, saçları kulağın arkasına iten, bir kulak, sevimli, biraz büyükçe, saçı taşıyabilecek kadar... Sevimli bir alt dudak, ince narin parmakları elin, burnun üstüne tedirgince dokunan, hafif çilli kalkık bir burun, bilmiş biraz...

Hatırladım, sen... Gelecektin sanki, öyle sanıyorum, 6 hafta olmuş mudur, 6 dakika mı yoksa sadece? Buraya geldim, bu tabureye oturdum, ondan eminim... Gri gözlerin vardı, onu da hatırlıyorum... Etraf biraz sisli bir süredir... Geldin de beni mi göremedin? Erken mi geldim, yoksa kaçırdım mı seni?

Sahi kimdim ben?

17 Mart 2018 Cumartesi

Yırtıcı

Huzur içinde ormanın sesini dinliyorum... Suyun şırıltısını, yaprakların kıpırtısını,bir ağaçkakan tıkırdatıyor bir ağaç gövdesini... Güneş süzülüyor taaa tepeden, seyrek yaprakların arasından... Bir karaltı geçiyor sonra, sanki daha bir sessizleşiyor orman... Karanlık bir kuş uçuyor tepeden, iri sanki biraz, sanki biraz tekinsiz... Bir anda tetikte hissediyorum kendimi... Sanki biraz sonra bir şeyler olacak... Denge bozulmuş gibi bir anda, belli yakında bir şey olacak... Büyük bir şey olmayabilir, ama belli ki herkes teyakkuzda benimle birlikte... Bütün evren bekliyor, denge eğrildi biraz, büküldü... Terazinin bir kefesi ağırlaştı... Bekliyoruz nefesimizi tuttuk... Gerilimi hissedebiliyorum toprakta bile, enerji yükseldi, sanki birazdan bir yıldırım düşecek gibi... Birazdan bir şey olacak ve evrende denge yeniden sağlanacak...

Ne kadar yırtıcı olsa da denge bu...

15 Mart 2018 Perşembe

Kar kırmızı

Görsel: jackiemorris.co.uk


Sen sevgi nedir bilir misin? Gönlünün genişlediğini, sanki tüm evreni içine alacakmış gibi engin bir deniz olduğunu hissettin mi hiç? Bir avuç kuşburnu elimde, açlıktan ölmek üzere olan o muazzam beyaz hayvanı gördüğümde, hissettiklerimi ancak bu sözler bir nebze olsun anlatabilir...
Tanışıyorduk, çok eskilerden tanışıyorduk, biliyorum, o da biliyordu ki, bir anlığına da olsa gözlerinin gerisinde bir pırıltı oldu, "nerelerdeydin?" dedi gönül diliyle, "çok geç olacaktı neredeyse..." Belki de yüzyıllar geçmişti tanışalı biz, bu geçen yüzyıllar boyunca paralel yaşamıştık da tekrar göz göze, can cana olmamıştık...
Neredeyse bu defa da çok geç olacaktı, ayrılmak üzereydi çünkü, hissediyordum, aramızdaki derin bağ sayesinde... Koştum, sarıldım, başını kucağıma dayadı, bir sonsuzluk boyu sürdü o AN... Yüreklerimiz birlikte attı... Avucumda kalmıştı meyveler, yese, belki iyi gelirdi, ama ne onun hali vardı ağzını açmaya ne benim içim elveriyordu o halini görmeye, öylece kaldık işte... Kaldık bir ömür sonu...

22 Şubat 2018 Perşembe

Dokuyan

Görsel: Pinterest
Kitap kulübümüz ile Ursula K. LeGuin'in kitaplarını okuduğumuz bir atölye yapıyoruz bir yılı aşkın bir süredir. Son birkaç aydır Hep Yuvaya Dönmek isimli kitabını okuyorduk, biraz ağır bir kitap, ben açıkçası bir Ursula hayranı olarak daha önce bitirememiştim kitabı, kulüp baskısı iyi geldi, zira kitap önemli bir kitap, LeGuin'in kendi kitapları içinde ilk sıralara koyduğu, derin anlamlar taşıyan bir kitap, tek başıma muhtemelen çok zorlanırdım okumak için...

Her neyse, kitabın içindeki halk 3 isim değiştiriyor. İnsanlar doğduklarında bir isim veriliyor onlara, çoğunlukla doğadan gelen bir isim, bir kuş ya da bir ağaç ismi gibi... Daha sonra ömürlerinin ortasında başka bir isim seçiyorlar kendilerine, yaşamlarının o evresinde oldukları ya da olmak istedikleri ile ilgili bir sıfat ya da yine doğadan bir isim olabiliyor bu... Son olarak ömürlerinin sonuna geldiklerinde yine o evreyi de açıklayan başka bir isimleri oluyor...

Bu isimlendirme olayı kitabı konuşurken çok etkiledi bizi, uzun uzun konuştuk, sonunda sevgili Sıla da sordu tabii soruyu: "Kendinize hayatınızın bu noktasında bir isim verseydiniz bu ne olurdu?"

Çok düşünmem gerekmedi, hayatımın bu noktasında kendime seçtiğim isim DOKUYAN...

Beni tanıyanlar arasında bunu duyunca sebebinin çok örgü örmem olduğunu düşünenler olacaktır. Aslında haklılar, ancak bu çok örme konusunun yaşamın bu evresinde içinden geçtiğim sürecin nedeni değil sonucu olduğunu biliyorum ben... Aslında bu aralar içimde sürekli dokuyan bir örümcek anne var... Sabırla işliyor ağını, dokuyor, bekliyor bu arada, hayaller kuruyor, bir yandan dışardan üretirken bir yandan içinde üretiyor... Bekliyor, beklerken boş durmuyor, duramıyor da zaten...

İşimde de bunu hissediyorum, evimde de... Her bir ilişkiyi, her bir çocuğu emek emek dokuyorum sanki, sonucunu göremeden yapıyorum bunu, sadece içimden öyle geldiği için, içgüdülerime güvenerek. Örmek de bunun bir sonucu, duramıyorum, ellerim de duramıyor, sürekli hareket etmesi, üretmesi gerek... Eller bunun için var sanki...

Bundan 6 sene önce başka bir isim vermiştim kendime... O isim sanırım artık ömrünü tamamladı... Yeni bir ismim var artık... İsmim bana yön göstersin...

12 Şubat 2018 Pazartesi

İkiz

"İkizlere takke" diye bağırıyor pazarcı tezgahın üzerine çıkmış... Böyle intim şeylerden konuşmaya alışık değil adam, ama şakaya vurdu mu her şeyi konuşabilir. Sütyen diyemez ama ikizlere takke der rahat rahat... Gülerek anlatırsa anlatır da ciddi ciddi diyemez, utanır...

Sever aslında açık saçık konuşmayı, ama yakıştıramaz kendine, "efendi" kimliğine, küfür eder yeri geldiğinde ama laf arasında değil, çok kızdığında, gözü döndüğünde...

Bu nedenle her şeyi ekstremde yaşaması gerekir, duygularını ifade edemez yeri geldiğinde, o nedenle rakı sofrasında dünyayı kurtarır...

Böyledir işte, en son doğduğunda ağladı zaten... Bir de gece rüyasında... O zaman da ne diyeceğini bilemedi karısına, "annemi ölmüş gördüm" dedi, ne desin... "Patron bağırdı dün" diyecek hali yok ya...

Böyle işte... "İkizlere takke" deyince gülümsedi kendi kendine... Allah'tan gülmek yasak değil...

2 Şubat 2018 Cuma

Sepet

Sepetimi açtım, yavaş yavaş boşaltmaya başladım içini... Önce masmavi gökyüzünü çıkarttım, beyaz pamuk gibi bulutları, sımsıcak güneşi aldım... Çimenlerin yumuşacık yeşilini çıkarttım sepetten, serdim yere, biraz ağaç gölgesi, hafif bir meltem esintisi... Kır çiçeklerinin hafif kokusunu çıkarttım, biraz dağ lalesi, epey de papatya varmış sepette, onları da ekledim manzarama...

Eski bir gramofon varmış altlarda, birkaç taş plak, bir melodi yayılmaya başladı "Sahibinin Sesi"nden...

Kırmızı ekose örtümü serdim hepsinin üstüne, piknik malzemeleri, hatta birkaç ufak kırlent, el yapımı, sırtını dayarsın ağaca, belki hafif bir şekerleme için başının altına alırsın...

Mis gibi reçeller, rengarenk, peynir ve zeytin, tazecik ekmek kokusu, sahi ne seversin piknikte? Sepette var mı bakalım...

Sonra minicik bir derenin şırıltısını çıkarttım sepetimden... Yusufçukların kanat vızıltısını, arada balıkların sıçrayışlarını, baharın neşesini çıkarttım...

İşte benim sepetimde taşıdıklarım bunlardı... Sahi senin sepetinde neler var? Çok ağır görünüyor...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...