30 Mart 2022 Çarşamba

Diyez


 Müziği bile unuttum... Çalmayı, söylemeyi, hatta dans etmeyi... Bemolleri, diyezleri bırak, notalar bile müziğini yitirdi artık benim için... Hayır, kulaklarım duymadığı için değil... İlk zamanlar kalbimin şarkısını duyuyordum yine de bedenimde. Zamanla tükendi müzik... Elini eteğini çekti bedenimden... Bir çürüme kokusu kaldı sadece geride, yavaş yavaş yozlaşıyor o da burnumda. Artık o da gelmiyor burnuma, bıraktı beni bütün duyularım zamanla... 

Sadece gözlerim kaldı geride... Bakıyorum... İnsanların yüzünde duymaya çalışıyorum müziği...

"Onlar duyuyorlar mı acaba?" diye merak ediyorum. Hiç biri duyuyormuş gibi değil.

Ahenk yok ki hareketlerinde...

Duysalar...

Duysalar kendi müziklerini belli olmaz mı dışardan? Hafif bir tebessüm belki, küçük bir ritm tutma...

Duymuyorlar besbelli...

Duysalar...

Anlardım...

Anlardım, değil mi?

12 Mayıs 2021 Çarşamba

Kartal Tüyü

Bu masal, Sıla Masal Okulu ve Kadim Lisan'ın birlikte verdiği 10 gün süren Şifalı Masallar Atölyesi'nin sonunda yazıldı. Teşekkürler...

Totemler: Kalp, küpeler, anahtar, kaplumbağa

Hatırlatıcılar:

-          Günün kartı: Ruh kendi zevki için dünya üzerindedir.

-          Sakinlik, Güneş doğarken balkonda oturmak

-          Sokaktaki kır çiçeklerinin kokusu

-          Kartal – şefkat  “SERBESTSİN”

Omurgandaki tüm ağrılar kireçlenmiş sorumluluklar. Taşıma, SERBESTSİN.

 

KARTAL TÜYÜ

Bir zamanlar, çok eski bir köyde, çok eski, yıpranmış bir taş evde, çok yaşlı, iki büklüm bir nine torunu ile birlikte yaşarmış. Bu torun, çok tatlı, çıtı pıtı, mavi gözlü, beyaz tenli, elma yanaklı, kuzguni saçlı bir kız çocuğuymuş.

Bu tatlı kız, her sabah güneş doğarken kalkar, evin verandasındaki salıncakta oturur sessizliği dinlermiş. Güneşin doğuşu ile evin önündeki çimenlikteki kır çiçeklerinin kokusunu içine çeker, uyanan kuşların cıvıltısını dinlermiş. Ancak ne yazık ki, bu küçük kız her zaman çok hüzünlüymüş, hiç yüzü gülmez, hiçbir zaman etrafındaki bu güzelliklerin hazzını içinde hissedemezmiş. Ninesi de kızın bu halini pencereden seyreder, hep dertlenirmiş.

Günlerden bir gün, ninesi kızı yanına çağırmış, elinde ufak bir kutu varmış, çok güzel oymaları olan, çok çok eski tahtadan bir kutuymuş bu. Kız kutuyu açmış, içinde kalp şeklinde bir kolye, yeşim taşından bir çift küpe, tahtadan oyma bir kaplumbağa ve bir de eskimiş, paslanmaya yüz tutmuş anahtar varmış.

Nine kıza, “Seni uzun süredir her sabah pencereden izliyorum. Gözlerindeki hüznü görüyorum. Annenle baban öldüğünde seni bana emanet ettiler, ama bir yanın onların gidişiyle kilitli kaldı. Bu nedenle hiçbir şeyden haz alamıyorsun, oysa ruhumuz kendi zevki için dünya üzerindedir. Artık yeterince büyüdün. Bu kutuyu al ve yarın sabah yola çık. Kaplumbağa yol boyunca seni koruyacak, anahtar da yolunu açacak. Ne zaman ki aradığını bulduğunu anlarsan, babanın sevgisi için kalp kolyeyi, annenin bilgeliği için yeşim küpeleri tak ve bana geri dön.” demiş.

Ve böylece ertesi sabah gün doğarken küçük kız yanına taşıyabileceği kadar su ve yiyecek alıp yollara düşmüş. İçinde daha önce hiç gitmediği bu yola karşı bir ürkeklik, bir korku varmış. O nedenle ormana girmekten çekinmiş, dağa doğru patikadan yürümeye karar vermiş. Yolda yürürken bir yandan da evini düşünüyormuş. Evindeki yatağını, ninesinin yemeklerini, evin önündeki salıncağı, kır çiçeklerini, kuşların cıvıltısını düşünüyormuş. Böylece yürümüş, yürümüş, yürümüş... Artık iyice yorulup bir adım daha atamayacak hale geldiğinde etrafına şöyle alıcı gözü ile bir bakınmış. Patikanın ilerisinde, dağın uçurum yamacında bir tek ağaç görmüş. Bu ağaç gözüne çok yalnız görünmüş,  o kadar yalnızmış ki o ağaç, ona ninesini hatırlatmış. “Şimdi ninem de çok yalnız hissediyordur bensiz” diye düşünmüş ve o nedenle gidip sırtını ağaca yaslayarak dibine oturmuş. Kutudan kaplumbağayı çıkartıp avcunun içine almış: “Ninemin kaplumbağası, ben çok yoruldum. Burada, bu yalnız ağacın gölgesinde biraz kestireyim, sen de beni koru” demiş, demiş ve uykuya dalıvermiş.

Rüyasında dağın zirvesine vardığını görmüş. Tam zirvede kocaman bir kartal yuvası varmış. Yuvanın etrafını şöyle bir dolaşayım demiş. Yuva o kadar büyükmüş ki etrafını dolanırken saatler geçmiş, güneş batmaya yüz tutmuş. Hava iyice kararmış. Küçük kız bir de ne görsün, kartal tam karşısına konmuş ona bakıyor.

Küçük kız, kartalı görünce çok korkmuş, çünkü kartalın bakışları çok sert, gagası çok sivriymiş. Kartal da gözlerini dikmiş kızı inceliyormuş.

Sonunda kartal konuşmuş: “Sen kimsin ve yuvamda ne arıyorsun?” demiş. Küçük kızın korkudan dizlerinin bağı çözülmüş, oracığa çöküvermiş. Ne diyeceğini bilememiş. Başlamış hüngür hüngür ağlamaya.

Ve sonra, kartal yavaşça kıza yaklaşmış, kocaman kanatlarını açmış ve kızı kanatlarının arasına almış.

Ve kız hatırlamış...

Annesinin ve babasının şefkatini, sevgisini, ona nasıl sarıldıklarını hatırlamış. Ağlamış, ağlamış, ağlamış... Kız ağladıkça elindeki tahta kutu yeşillenmiş... Kız birden kutudaki anahtarı hatırlamış. Onu çıkartıp kartala göstermiş. Kartal da “artık anahtara ihtiyacın kalmadı, çünkü sen hatırladın. Kalbinin kilidini gözyaşların açtı.” demiş. “Artık SERBESTsin.”

Bu sözleri kalbinde hisseden kız o kadar hafiflemiş ki birden uyanıvermiş. Elindeki kaplumbağaya bakmış ve gülümsemiş. Kuş gibi hafif hissediyormuş kendini... Ayağa kalkmış, sırtını dayadığı ağaca bakmış, teşekkür etmiş ona gölgesini paylaştığı için. Sarılmış ağaca sıkıca, “artık yalnız değilsin” demiş “benim bir yanım hep seninle olacak, sen de hep benimle. Tıpkı ninemin sevgisinin benimle olduğu gibi ve benim de hep onunla.”

“Evet,” demiş ağaç da ona “benden ninene bir mesaj götür. De ki ona, artık o da SERBEST, sırtındaki tüm ağrılar kireçlenmiş sorumluluklar, artık taşımasına gerek olmayan sorumlulukları bırakabilir” ve rüzgar da tekrarlamış: “Taşıma, serbestsin.”

Ve böylece kız kolye ve küpelerini takmış. Çiçekleri koklayarak kuşlarla konuşarak, güle oynaya, şarkılarla evine dönmüş. Ninesini dimdik, gülümseyerek onu beklerken bulmuş. Koşarak ona sarılmış.

O günden sonra sabahları güneş doğarken verandadaki salıncakta ikisi birlikte oturmuş ve doğanın keyfini birlike çıkartmışlar.

20 Eylül 2020 Pazar

48'e güzelleme


Yıllar geçer. Yıllar... Akıp geçer...

Acılar olur, mutluluklar...
Hüzünler olur...
Neşeli günler, dertli olanları takip eder...
Bazen,
bazen en dipte bulursun kendini...
Bazen bulutların üzerinde, keyfin yerinde...
Seversin, çok seversin, için acır...
Çok yanar bazen için kayıpların olur yolda...
Yolculuktur aslolan...
Devam etmek dansa...
Sustuklarını duyanlar olur, gülümsersin sessizce...
Bağırdıklarını duymazdan gelirler bazen, gözlerini kaçırırsın...
Ama devam edersin dansa...
Danstır aslolan çünkü...
Devam etmek yolculuğa...
Yıllar geçer, yıllar... Akıp geçer...
Dans etmeyi öğrenebildiysen eğer,
Teşekkür eder devam edersin yola...
Bilirsin, herkes kendi yuvaya dönüş yolunu kendi bulur...
Herkes yürür...
Sadece,
dans etmeyi hatırlayanlar bir başka yürür...
Hoş gelmiş hayatla dansımın 49. pirueti...
Haydi bakalım, bir tur daha...
İyi ki...





14 Temmuz 2020 Salı

Hayatın özeti

- Nasıl hiç bir şey olmamış gibi devam edebiliyorsunuz?
- Ne oldu ki?

Giden

İntihar ettik ama sonunda, değil mi?
Yaşamayı bırakarak...







Dip not: Adalet Ağaoğlu buralardan ayrılmış... Baki kalan bu kubbede bir ruh üşümesi, bir ince gül, bir de "intihar etmeyeceksek içelim bari" sözü...

28 Haziran 2019 Cuma

Uzakta olmak

O kadar uzaktasın ki, "geleyim mi?" desen en erken 24 saat... Çok uzak değil belki, ama konunun ağırlığına göre de değişir bu... Mesela, kardeşin doğum yapıyorsa, aynı odada olsan çok uzaktasın, yardımın olamaz çünkü o aşamada... Yine de uzakta olmak koyuyor işte bu gibi durumlarda... Gel de Kahpe Bizans'ı anma... O benim canım, o benim küçüğüm, "o  doğum yapmasın, bırakın ben yapayım" diyesim geliyor, üstelik uzaktayım.

Sağlıkla doğsun, sağlıkla gelsin Leyla'mız dünyaya... Elbet görür, sarılır, koklarız...


20 Haziran 2019 Perşembe

ilk yazı

Kendimi kötü algılardan uzak tuttuğum kadar iyi olanlardan da uzak tutmaya gayret ediyorum. Gördüğümü olduğu gibi gözlemleyip yargılamadan bırakmaya çalışıyorum. "Burada insanlar çok sigara içiyor, eyvah yandım" ne kadar uzak durmam gereken bir panik ifadesiyse, "yaya geçidine adımını attığın an araba zınk diye duruyor, abi" de o kadar uzak durmam gereken bir rahatlama... Bunların hiç biri göçmekle doğru ya da yanlış yaptığımı kanıtlamaz. Bunu sadece zaman gösterebilir ve benim uyum sağlama kabiliyetim, ki en başından beri buna güveniyorum.

Pazar gittik mesela dün... Tanıdığımız sebzeler yanında tanımadıklarımıza da baktık. Sarı taze fasülye var örneğin... Azıcık aldım bugün marketten, haşladım biraz, tıpkı ufak bir bebeği yemek yemeye alıştırır gibi... Dokusuna baktım seçerken, bildiğim kurallara uydurmaya çalıştım... Sonra haşladım, tadına baktım, bildiğim tatlardan ne kadar farklı diye...

Böyle böyle geçiyor işte günlerim... Sadece sebzeleri değil, insanları da haşlamaya çalışıyorum, benimle aynı kapta haşlanabiliyorlar mı acaba diye merak ediyorum. Dış görünüşler çok farklı değil gibi, onların da iki eli, ayakları, kafaları falan var mesela... Renkleri yeşil veya sarı olsa da tatları nasıl, belirleyici olacak olan o? 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...